Bulutların üzerinde güneş hep parlak..
İçinden geçtiğin derin vadiler seni korkutmasın. Ağaçlar, çalılar, ayağına dolanan sarmaşıklar… Yürürken yolda karşılştığın koca koca örümcekler, kertenkeleler ve hatta nehirde tembelce dinleniyor görüntüsündeki timsahın sakin tehlikesi… Kaldır kafanı azıcık, bak gökyüzüne.
Şimdi gördüğün bulutlar hep orada mı sanıyorsun? İzle, hiç mi kıpırdamıyorlar yerlerinden? Hiç mi esmiyor rüzgar senin de yüzünü yalayarak? Hiç mi yaprak titremiyor onun nefesinden?
Yoksa sen mi yeterince bakmıyorsun, dinlemiyorsun?
Kaldır kafanı gökyüzüne.
Bir de benim için bak.
İçindeki çocuk ile birlikte.
Hani bulutların şekillerini bulduğun o uzun araba yolculuklarındaki gibi bak, sadece görmek için. Birisinin tren, birisinin ayı, birisinin koca bir ejderha olduğu günlerdeki gibi… Kardeşinle en çok bulutu kim benzetecek diye yarıştığın gibi tutkuyla bak…
Ve çık şimdi o bulutların üzerine. Sen de adın gibi biliyorsun ama insansın çabuk unutuyorsun; o bulutların üzerinde güneş her sabah, tüm ışığı, tüm parlaklığı ve ihtişamı ile doğuyor. Gözlerini kamaştıracak, seni içine alacak ve ruhunun en karanlıklarını aydınlatacak kadar parlak… Gününü gün edecek, seni mutlu bir çocuk yapacak kadar… Yılların yorgunluğunu, yenilgilerini, kırgınlıklarını unutturacak kadar… Ve sana seni hatırlatacak kadar…
Burcu/ yolda.(Kasım 2012)
Yazar arşivleri: kucukhikayelerdukkani
Özlem
İlk senden öğrenmiştim hatırlıyor musun Taşları? Gizemli gelmişti o zaman. Başka zamanın alfabesiyle başka boyutları anlatıyordu. Seni her “okuma”nda hayranlıkla izlerdim. “Honey..” diye başlardın mesela her cümleye. Sana yakın biri için bakıyorsan taşlara öyleydi en azından. Ellerin senden daha yüksek sesle konuşurdu. Her seferinde. Tırnaklarında hep bir zerafet ve mutlaka kimsenin kullanmaya cesaret edemediği renkte bir oje. Seninle ilgili belki en çok hatırladığım ve özlediğim şeyler, parmaklarını doğanda tam kararında var olan bilgiçlik ve bilgelik karışımı tavırla kullanman ve o renkli ojeler desem? İnanırsın eminim. Ben ki senin en yakın takipçin ve hayranındım, ben bile bozuldum; ojeler kanserojen diye bıraktım artık sürmeyi. Hem de senin gidişinden sonra, ne ironik değil mi?
Kanserin seni yenemeyeceğini düşündüğüm günleri özlüyorum şimdi. Hiçbirimizin yenilmez olduğunu düşündüğüm günleri. Sen yenildiğinden beri ben korkuyorum. Kanserden, kanserin bizlerden birine daha gelmesinden ve yeniden yenilme ihtimalinden. Ve bu ihtimalin düşüncesine bile katlanamıyorum; küçük şeytanları hemen defediyorum kafamdan. Senin meleklerle yanyana resimlerine bakıyorum; capcanlı gülümseyen ve hiç hastalık görmemiş hallerine. Ne güzelsin. Ne genç. Ne kadar neşeli. Parlıyorsun o küçücük çerçevenin içinden eşsiz ışığınla. Son anına kadar parladığın gibi. Odanın içini aydınlatıyorsun. Buradaymışsın – yada telefonun öbür ucunda – gibi.
Seni özlüyorum.
Özlemediğim gün yok.
Seni arıyorum.
Hayattayken aramadığım her güne hayıflanarak…
MÜFİDE
Bekir’den olma, Hakiye’den doğma,
Bilmediği dedelerinden birinin belki de şehit düştüğü, şanlı zaferle anılan bir günün aileye hediyesi,
Annesinin küçük yaşta bile en büyük yardımcısı,
Babasının üzerine titrediği çelimsiz yavrusu,
Abisinin hayranı, küçük kardeşlerinin daimi hamisi ama en çok Zeliha’nın biricik kızkardeşi,
Genç kızlığında mahallenin en alımlısı,
Fakültenin güzel saçlı, güzel yüzlü “Filiz Akın”ı, arkadaşlarının Apla’sı,
Arif’in önce büyük aşkı, sonra eşi, sonra çocuklarının biricik annesi,
Kızlarının ise hiç değişmeyen tek favorisi,
Noterler aleminde ilklere imza atan başarı timsali,
Can’ın ikinci annesi,
Zeynep Derin’in anneannesi…
Ya da,
Maceracı gezgin ruhlu,
İflah olmayan okur yazar,
Resim meraklısı emekli,
Bitmek tükenmek bilmeyen bir iyi niyet sahibi,
Derdi olan dost, tanıdık kim varsa kimseyi geri çevirmeyen iyilik meleği,
Prensipli ve hatta biraz da baskın karakterli,
Kahkahasıyla ortamların neşesi,
Sıcacık kalpli ve hep yufka yürekli,
Eli açık, gönlü zengin ve hep adaletli…
Müfide.
Canım anneciğim; sen benim gözümde 70 yıla bir güzel ömür sığdırmayı becermiş, üç tane güçlü ve iyi kadın yetiştirmiş ve nice kadına da ablalık yapmış harika bir kadın, muhteşem bir insansın… Küçükken hep hayranlık duyduğum ve herşeyi nasıl kolayca ve tek başına becerdiğine hayret ettiğim bir anneydin; ergenlikte seni en azılı düşmanım sanmakla ne büyük ayıp etmişim! Kendi hayatımı kurduğum andan beri, becerinin ve yaptıklarının boyutlarına daha da çok saygı duyuyorum duymasına ama, asıl şimdi, anne olduğumdan beri, seni hem yürekten anlıyor hem de daha çok seviyorum. Ve evet, şimdi biliyorum, asla seni, senin bizi sevdiğin kadar sevemeyiz, kimse sevemez…
Yine de bugünlük izin ver, seni ne kadar çok sevdiğimizi, hayatımızda olmandan duyduğumuz mutluluğu ve iyi ki doğdun şarkılarını doyasıya söyleyelim, sen de al kabul et, yüreğinin köşesinde kocaman çiçekler açsın…
Umarım bundan sonraki her günün daha büyük neşe, sonsuz sevgi ve bereket ile taçlanır; sen bunu tamamen hakediyorsun!