Sual

– Tuğba Işıker için…

Günün en sıcak saatinde, gölgenin en kuytusuna gizlendim.

Sesini duymayı bekliyordum tam köşeden dönerken, son birkaç aydır hep beklediğim gibi… Sanki her köşebaşında sen bekliyorsun ve ben her seferinde seni tanımadan, görmeden, göremeden, geçip gidiyorum yanından.  Sonra sen ardımdan sesleniyorsun, hafif ikircikli. Ardıma dönüp bakıyorum, sesin gerçekten orada mı diye, hep yaptığım gibi.  Seni görmek ne mümkün, boynumu eğip devam ediyorum sokağın içine.

Girdiğim dar, tenha sokak beni biraz rahatlatır, taş duvarların gölgesi, asmaların hışırtısı, yola akşamüzeri yıkanan avlulardan sızan suyun serinliği az da olsa avutur diye umuyorum. Oysa ki, kokusuyla sıcak yaseminin ve ışığıyla iki ev arasından sızıveren sarı güneşin, tüm yüzüm yanıyor, gölge laftan ibaret kalıyor bir anda.

Soluklanıyorum birkaç adım sonra.  Sokak dar olmasına dar ama pencerelerin her birinin sanki bir başka neşesi var; yaz gününde önlerindeki saksılardan taşan sardunyalar, küpe çiçekleri birbirine nispet yapıyor, kafamın bu karışık halinde bile gözümü alacak kadar gösterişli, rengarenk bir dünya yayılıveriyor içime. Bu evlerin kadınları nasıldır acaba diye içimden geçiriyorum; çiçekleri kadar özenli hayal etmeyi severim kadınları hep zira… Ben kaktüs kadınıyımdır mesela, hep yeşil, emek vermeden yeşil severim; karşılığında katlandığım dikenler acıtmaz.  Kardeşim gibi düzenli, titiz ve bir de ölçülü kadınlar orkide kadınıdır; en narin çiçeğe suyu, güneşi ve ilgiyi tam da ihtiyacı kadar verirler; ondandır hep gövdesi taşıyamaz sandığın kadar çok çiçekli orkideleri, menekşeleri, düzinelerce saksı bitkileri olması… Kimi sadece yeşil aşığıdır, ama saksıya sığdırmaya kıyamadığı için içindeki özlemi, sadece bir tane büyük saksıda kocaman bir benjamin durur evin en güzel köşesinde. Pencerelerin önünü bayram yerine çeviren bir sokak dolusu kadını merak ediyorum; gözlerim pencerelerden geçecek bir karaltı arıyor ama nafile, sessiz sokağın içinde kayboluyorum.

Sükunet tüm sokağa sinmiş, benimse gözlerim yukarı dönük, hala pencerelerde. Bir ses bir gölge geçse keşke diye düşünerek ağır adımlarla ilerliyorum.  Sokağın en içindeki pencerelerden birinden usuldan bir türkü yayılıyor, “…gülüm durnalar ey…  eğer bizi sual eden olursa, boynu bükük benzi soluk yar söyle..” Yar deyince, burnumun direği sızlıyor, sana kayıyor aklım yine. Sükunet kayboluyor, sorular zihnime üşüşüyor, “sen neredesin şimdi? Ya ben, neredeyim ben?” diyorum kendi kendime.