Senden bir kelimeye benden bir hikaye…

Küçükken benim hep kendi kendime yazdığım hikayelerim oldu… Sonra büyümek araya girdi, hikaye yazmayı ne çok sevdiğimi unuttum… Büyümekten sıkılıp yaşama yüzümü dönünce, önce yazmayı ve ona olan sevdamı, sonra da, yazmak için bana bir sebep verecek harika insanların etrafımda olduğunu hatırladım…
İşte bu nedenle, Küçük Hikayeler Dükkkanı’nda, her hafta bir kişinin vereceği bir “kelime” karşılığında, ben ona o kelimenin içinde geçtiği bir “hikaye” hediye edeceğim. Her hafta, instagram hesabımdan kelimeyi verecek kişi karşıma çıkınca, o kişinin kelimesi ile hikayeyi yazacağım ve hikayeyi tamamlar tamamlamaz da hikayeyi burada yayımlayacağım.  Merak edenler için instagram hesabım BURCUSSOZER !
Hikayenin uzunluğu/kısalığı, konusu, karakterleri, türü ve ruhu konusunda müsaadenizle ben sanatçı kaprisi ile tek söz sahibi olacağım. Kelimeyi veren için sürpriz ve tam bir hediye olması ve o kişi için benim gönlümden kağıda akacak, o “kelime”yi içinde barındıracak, samimi bir çabanın ürünü bir hikaye yaratmak haricinde hiçbir sözüm yok…
Bakalım kimlerin kelimesi hikaye olacak :)

<*><*><*><*><*><*>

I have always loved stories, short or long. Then somehow growing up got in the way and I forgot how much I loved writing… After a while, I got fed up with growing up and somewhere along the road, remembered my passion for writing.
I will be presenting a “story” to a person in exchange for a “word” he/she would give me via my instagram account each week. I will be announcing the “lucky person” each week so stay tuned at my instagram account: BURCUSSOZER. Although I plan to write the stories in Turkish, should that week’s presentee requests, I will do my best to write in English for that week as well…

I will be announcing each story on instagram once it is ready to be published online & you would also be able to read all stories on kucukhikayelerdukkanim.com (which means “little shop of stories” in Turkish) once they are ready!

All in all, I promise nothing more than my sincere effort to create a story exclusively for the person sending the “word”; not the length, theme, characters or mood of the story.. I will just try my best to write for you, and only you, a story in which your “word” is embedded somewhere along the lines ;)

Let’s see whose words would become stories ;)

 

Zee…

 Bana durmadan, bıkmadan “yaz” diyen teyzem, senin için

 

İddia ediyorum kimsenin benimki gibi bir teyzesi olmadı.

Benim teyzem, çocukken toplamda sadece birkaç gün görüp senede birkaç dakika telefonda sesini duyduğum, yüzünü de ilk kez 15 yaşında gördüğüm bir hayaldi benim için. Orada, çok uzakta amerika diye bir ülke vardı ve benim teyzem tek başına oradaydı. Çocukken bize en renkli kitapları tokaları koca kutularda gönderen ve hayatımdaki ilk mektup ve kartları bana atan harika bir süper kahramandı… Benim o zamanki hayallerimin ilk sırasında da, önce onun yüzünü görmek için, yüzünü gördükten sonra da o havalı, esrarengiz, tanıdığım kimseye benzemeyen, başına buyruk kadına yakın olmak için her yaz onun yanına gitmek vardı…

Onu havaalanında ilk karşılamaya gittiğimizde kız-kuzenler olarak kendimizi sanki bir yabancıya tanıtır gibi isimlerimizi söylemek üzere sıraya girişimiz, sonra o yabancının aslında o güne kadar tanıdığımız herkesten bir parça taşıyan ama hepsinden ayrı bir çekiciliği olan muhteşem bir kadın olduğunu farkedişimiz aynı güne denk düşer… Hayatımıza, havalı şapkaları olan, meditasyon yapan ve yaptıran, muhteşem fal bakan, kadın erkek ilişkilerine annelerimizden ve etraftaki tüm diğer teyze ve benzerlerinden başka, özgür bir kadın olarak bakan bir kadın girdi o gün. Tüm aşklarımda, o aşklarda yaşadığım tüm hüsranlarda ondan sonraki tüm hayatım boyunca beni onun kadar iyi anlayan başka kadın olmadı, olamadı. O hep içimi, ilişkimi, karşımdakini en güzel okudu ve en açık yüreklilikle söyledi. Hayatımda en büyük aşkım dediğim adamın aslında yaramaz herifin teki olduğunu sanırım ilk o söyledi, eşimin iyi bir adam olduğunu, onu elimden kaçırmamamı da…

Benim teyzem sadece benim teyzem değil, zor zamanlarda vefalı bir dost, bütün partilerde herkesin konuşmak için can attığı bir sosyal kelebek, tek başına 70lerde dünyanın bir ucunda varolmayı becermiş cesaretli ve kuvvetli bir kadın, en iyi dedikoduyu en büyük keyifle yapacağın bir çenebaz, işine gelmedi mi kimseyi dinlemeyen muhteşem bir inatçıydı. Sabah uykusundan taviz vermeyen muhteşem bir tembel ama yapılacak bir iş olduğunda herşeyi mükemmel organize eden bir başaktı. Kolay bir insan değildi belki, hatta zaman zaman sinirine dokunabilirdi, ama onun gibi kimse okeyde yendiğinde keyifle gülemezdi.

Teyzem birtaneydi, herkesin teyzesi, halası öyledir elbet, ama benimki benim için bir süper kahramandı.

 

– 23/02/2014 © Burcu Şener Sözer

Yüzük

 

“Gidebildiğin kadar git!” dedi şimdi bana… “Uzak ol yeter ki, git… Yalvarırım…”
Sesinin kırgınlığını aynen duyuyorum da, nedir bilmem, vicdan mıdır, acımak mı yoksa hastalıklı bir aşk mı, elimi kolumu tüm vücudumu sarmış, sadece suratına- gözlerine değil- suratına, bakakalıyorum… Sesim çıkmıyor, yüzümde tek bir kas hareket etmiyor, donuyorum. Duruyorum.

Hayatın içinde belli anlarda donmanın sadece travma yaşayanlarda olduğunu sanırdım oysa. Olan bitenden, kendinden bir kopuş yaşayıp, sonra yeniden eski yolunu bulmakta zorlananın sadece zavallı kurbanlar olduğunu… O anda takılı kalmak için, katlanılamaz derecede büyük bir acı yaşayan talihsiz kulların ilahi bir güç tarafından seçildiğini… Ve benim asla o kullardan olmadığımı…

“Allah belanı versin!” diye mırıldanıyor şimdi de. “Allah belanı versin!”
“Allah belanı versin….”

“Versin gerçekten de..”
Kendi kendime tekrar ediyorum ben de… Hakettim gibi geliyor o böyle inatla ve acıyla tekrar ettiğinde… Yüzünde gördüğüm acısını anlayamamak koyuyor içime…. “Seviyordum seni – en azından bir süre…” demek aklımdan geçiyor ama hafif kalıyor onun kıpkırmızı gözlerini görünce, susuyorum…

“Yüzük bile aldın bana şerefsiz, ne biçim herifsin sen, ne boktan herisin sen!!” uçuyor üzerimden tüm karanlığıyla; gözüm eline, fırlatıp bana doğru attığı ancak sekip yatağın altına giden yüzüğün boşluğuna takılıyor. “Onunla tanışmamıştım ki” diyemiyorum… Suçlu çocuk misali önünde eriyorum, dudaklarımı aralayıp tek kelime edemiyorum…

Duruyorum odanın ortasında, birlikte seçtiğimiz yeşil halının köşesinde, ikircikli, adım atmaya ne halim var ne hakkım. Susup dinliyorum.

Sustukça büyüyor aramızdaki mesafe, sesle, nefesle, yolla ölçülemeyecek kadar büyüyor, mesafenin içine düşüp kayboluyorum.

– 13/03/2013 © Burcu Şener Sözer