aşk

Tam 48 saat oldu. Sana veda ettiğimden beri geçen 48 saat. Beni uğurlarken o rüzgara karışan aşk kokusu hala burnumda. Gözlerimi kapattığımda, son halin geliyor gözlerimin içine, hiç açmak, başka bir şey görmek istemiyorum. 48 saat oldu, hep uyumak ve senin o son, dalgalı, uçarı halinde, iyotla karışık toprak kokulu koynunda kaldığıma dair rüyalar görmek istiyorum. Sıcak yatağım senin kolların, odanın serinliği senin rüzgarın hayallerimde…

Sonra uyanıyorum, el mahkum, şehre dönmüşüm. Kocamın yanında, sakin, rahat bir gün başlıyor görünürde. Oysa ben, içimdeki tatlı heyecanı, kalp çarpıntısını saklamak için ne kadar da çok çaba sarf ediyorum. Seni düşünmekten kızımı düşünemediğimi fark ediyorum sonra. Vicdan azabı ile kızımın yanına koşuyorum. Onu sarıp sarmalarken, onunla beraber sana geldiğimizi hayal ediyorum. Onu da sarıp sarmalar mısın, beni sevdiğin kadar onu da sever misin endişeleriyle yakalıyorum kendimi. Eminim aslında koşulsuz sevginden, bu kısacık sürede bana kol kanat gerişinden; yine de endişeleniyorum, eski alışkanlıkla… Aklımda sen, onun saçlarını sevip okşayıp güne başlıyorum.

Üzerimi değişiyorum duştan sonra, tüm kıyafetlerim anlamsız, hepsi aynı ve hepsi renksiz görünüyor gözüme. Sana ilk merhaba dediğimde giydiğim kot ve tshirt ile geçsin ömrüm istiyorum, ayağımda toms ayakkabılarım, ifil ifil rüzgarla uçuşan saçlarım her gün aynı olsun istiyorum. Henüz zamanı değil, bir gün olacak elbet, zamanı var diyor içimden coşkuyla yükselen bir ses. Ona kulak vermek bir anda yüzüme bir gülücük konduruyor. Sana yeniden kavuşmanın heyecanı ile sarsılıyorum.

Arabayı kullanırken sana varan yolu hayal ediyorum, bak şuradaki buluttan süzülen güneş aynı ilk sabah gibi, o köşeyi dönünce karşıma çıkan ağaçlar tanıdık, rüzgar aynı rüzgar, aklım hep sende. Yol şehirde akacaksa hiç bitmesin; sonu sana varacaksa bir an önce aksın ve senin ayakucunda bitsin istiyorum. Yol devam ediyor, bir gün sana varacak, biliyorum.

Naif aşık hayalleri bunlar, evet, bu yaşta aşkın ne olduğunun da farkındayım. Yine de kalbim, ruhum başkaldırıyor, ilk aşkım gibi hissediyorum yeniden, yenileniyorum, doğuyorum, batıyorum, aşktan kıvranıyorum, ne yapsam aklımdan seni çıkaramıyorum…
İnsanın tenine kaç günde işler bir şehir, insan kaç günde toprağa dönmek ister, kaç ağaç insanın ruhunu istila eder, kaç dalga senin ayağını yerden kesmeye yeter, kaç esintiye teslim olursun koşulsuzca?
Benim tüm sorulara verdiğim tek cevap var, sen, Datça.

 

–  04/09/2012 © Burcu Şener Sözer

Zee…

 Bana durmadan, bıkmadan “yaz” diyen teyzem, senin için

 

İddia ediyorum kimsenin benimki gibi bir teyzesi olmadı.

Benim teyzem, çocukken toplamda sadece birkaç gün görüp senede birkaç dakika telefonda sesini duyduğum, yüzünü de ilk kez 15 yaşında gördüğüm bir hayaldi benim için. Orada, çok uzakta amerika diye bir ülke vardı ve benim teyzem tek başına oradaydı. Çocukken bize en renkli kitapları tokaları koca kutularda gönderen ve hayatımdaki ilk mektup ve kartları bana atan harika bir süper kahramandı… Benim o zamanki hayallerimin ilk sırasında da, önce onun yüzünü görmek için, yüzünü gördükten sonra da o havalı, esrarengiz, tanıdığım kimseye benzemeyen, başına buyruk kadına yakın olmak için her yaz onun yanına gitmek vardı…

Onu havaalanında ilk karşılamaya gittiğimizde kız-kuzenler olarak kendimizi sanki bir yabancıya tanıtır gibi isimlerimizi söylemek üzere sıraya girişimiz, sonra o yabancının aslında o güne kadar tanıdığımız herkesten bir parça taşıyan ama hepsinden ayrı bir çekiciliği olan muhteşem bir kadın olduğunu farkedişimiz aynı güne denk düşer… Hayatımıza, havalı şapkaları olan, meditasyon yapan ve yaptıran, muhteşem fal bakan, kadın erkek ilişkilerine annelerimizden ve etraftaki tüm diğer teyze ve benzerlerinden başka, özgür bir kadın olarak bakan bir kadın girdi o gün. Tüm aşklarımda, o aşklarda yaşadığım tüm hüsranlarda ondan sonraki tüm hayatım boyunca beni onun kadar iyi anlayan başka kadın olmadı, olamadı. O hep içimi, ilişkimi, karşımdakini en güzel okudu ve en açık yüreklilikle söyledi. Hayatımda en büyük aşkım dediğim adamın aslında yaramaz herifin teki olduğunu sanırım ilk o söyledi, eşimin iyi bir adam olduğunu, onu elimden kaçırmamamı da…

Benim teyzem sadece benim teyzem değil, zor zamanlarda vefalı bir dost, bütün partilerde herkesin konuşmak için can attığı bir sosyal kelebek, tek başına 70lerde dünyanın bir ucunda varolmayı becermiş cesaretli ve kuvvetli bir kadın, en iyi dedikoduyu en büyük keyifle yapacağın bir çenebaz, işine gelmedi mi kimseyi dinlemeyen muhteşem bir inatçıydı. Sabah uykusundan taviz vermeyen muhteşem bir tembel ama yapılacak bir iş olduğunda herşeyi mükemmel organize eden bir başaktı. Kolay bir insan değildi belki, hatta zaman zaman sinirine dokunabilirdi, ama onun gibi kimse okeyde yendiğinde keyifle gülemezdi.

Teyzem birtaneydi, herkesin teyzesi, halası öyledir elbet, ama benimki benim için bir süper kahramandı.

 

– 23/02/2014 © Burcu Şener Sözer

Yüzük

 

“Gidebildiğin kadar git!” dedi şimdi bana… “Uzak ol yeter ki, git… Yalvarırım…”
Sesinin kırgınlığını aynen duyuyorum da, nedir bilmem, vicdan mıdır, acımak mı yoksa hastalıklı bir aşk mı, elimi kolumu tüm vücudumu sarmış, sadece suratına- gözlerine değil- suratına, bakakalıyorum… Sesim çıkmıyor, yüzümde tek bir kas hareket etmiyor, donuyorum. Duruyorum.

Hayatın içinde belli anlarda donmanın sadece travma yaşayanlarda olduğunu sanırdım oysa. Olan bitenden, kendinden bir kopuş yaşayıp, sonra yeniden eski yolunu bulmakta zorlananın sadece zavallı kurbanlar olduğunu… O anda takılı kalmak için, katlanılamaz derecede büyük bir acı yaşayan talihsiz kulların ilahi bir güç tarafından seçildiğini… Ve benim asla o kullardan olmadığımı…

“Allah belanı versin!” diye mırıldanıyor şimdi de. “Allah belanı versin!”
“Allah belanı versin….”

“Versin gerçekten de..”
Kendi kendime tekrar ediyorum ben de… Hakettim gibi geliyor o böyle inatla ve acıyla tekrar ettiğinde… Yüzünde gördüğüm acısını anlayamamak koyuyor içime…. “Seviyordum seni – en azından bir süre…” demek aklımdan geçiyor ama hafif kalıyor onun kıpkırmızı gözlerini görünce, susuyorum…

“Yüzük bile aldın bana şerefsiz, ne biçim herifsin sen, ne boktan herisin sen!!” uçuyor üzerimden tüm karanlığıyla; gözüm eline, fırlatıp bana doğru attığı ancak sekip yatağın altına giden yüzüğün boşluğuna takılıyor. “Onunla tanışmamıştım ki” diyemiyorum… Suçlu çocuk misali önünde eriyorum, dudaklarımı aralayıp tek kelime edemiyorum…

Duruyorum odanın ortasında, birlikte seçtiğimiz yeşil halının köşesinde, ikircikli, adım atmaya ne halim var ne hakkım. Susup dinliyorum.

Sustukça büyüyor aramızdaki mesafe, sesle, nefesle, yolla ölçülemeyecek kadar büyüyor, mesafenin içine düşüp kayboluyorum.

– 13/03/2013 © Burcu Şener Sözer