YOL

–  DENİZ POLAT SKIDMORE İÇİN…

Medresenin eyvanında, çeşmenin yanı başında suyun sesine kapılmış, gölgenin serinliğinde kaybolmuş oturuyorum.  Elim boynumdan bir yıldır çıkarmadığım nazarlığa gidiyor; ilk gördüğümde ürktüğüm, firuzeden yapılmış iki delikli nazarlık artık benim huzur tılsımım.

Bu serinliğe rağmen kafamın içinde ateşler içinde savaştığım binlerce şeytan var sanki; oysa tüm ovayı kavuran güneşten kaçak, huzurlu bir gölgede su sesini dinleyen yalnız ve sakin bir kadın görünüyor dışarıdan bakan gözlere.  Sakince suyu dinleyen, kırklı yaşların başında, “şehirden gelmiş” bir kadın.  Suyun duvardan çıktığı küçük deliğin gizemine ve ona aşık olmuştum beni ilk kez buraya getirdiğinde, dokuz ay kadar önce.  İnce ince duvardan süzülen su, tüm hayatın özetini bir avluya sığdırıyordu, o anlattıkça gözlerim dolup, ait olduğum yerin tam da onun yanı olduğunu ilk defa da o anda düşünmeye başlamıştım.  İlk defa ona aşkla dolu bakmıştım.  Fark etti mi hiç bilemedim, soramadım da, ama benim aşkım işte bu selsebilin başında başladı.

*****

İstanbul plakalı kiralık arabanın ve onu kiralayan yalnız bir kadının bu şehirde fark edilmeyeceğini düşünecek kadar naif olduğu için seviyorum bu kadını.  Parmakla gösterilecek bir şey yaptığının farkında bile olmadan, bana haber vermeden geldiği bu ufacık şehirde, herkesin beni tanıdığını ve benimle beraber bir kere çarşıda yürümüş olmanın bile, onun il sınırlarına girmesinden sonra bana haberin 15 dakika içinde ulaşması anlamına geleceğini akıl edemeyen bu saflığa hayranım.  Kırk yaşında, o kadar akıllı, okumuş bir kadın olmasına rağmen, çocuktan daha yalın bakan gözleri bu yüzden her gece rüyalarımı süslüyor.

Arabanın içi cehennem gibi sıcak, klima bile işe yaramıyor, sırtım su içinde araba kullanıyorum.  Tek derdim, şu üç beş kilometre yolu bitirip yanına varmak.  Keşke haber verseydi geleceğini; ya da daha iyisi, isteseydi, ben ona gitseydim.

*****

Evren’in rahminden dünyanın gailesine geçmek için bir kere doğduktan sonra, o küçük oluktan süzülüp selsebilin bir çanağından diğerine geçen su zerresisin sonuçta.  Bu dünya, özüne dönene kadar geçtiğin bir yol sadece ve sen seyyah bir su zerresi.  Oluktan, her şeyin büyük ve geniş göründüğü çocukluğa, sonra delice aktığın gençliğe, upuzun ve sakin yetişkinliğe, seni yeniden öze taşıyan ölüme ve bir derya gibi tüm zerrelerle buluştuğun öteki aleme geçişi tek bir avluda seyretmek ne büyüleyici.  Onun gece yarıları kulağıma fısıldayarak anlattığı hikayeler, seviştikten sonra teninin kokusu ve birlikte attığımız kahkahalar kadar büyüleyici.

Hala titriyor ellerim nazarlığa dokununca, ona bu avluda ilk dokunduğum gibi, aynı heyecanla.  Burada olduğumu bilse keşke, duysa birilerinden, gelse…  Onu görmeden gidemem ki buradan. Onu ne kadar özlediğimi, onsuz nefes alamadığımı, dünyanın rengini kaybettiğini söylemeden gidemem ki.

*****

Geldiğim için bana kızar mı bilemediğimden, medresenin dışında, tek başına duran asırlık ağacın gölgesine arabayı sakladım, bekliyorum.  Bu kadar heyecana, bu kadar sevince rağmen karşılaşmaya cesaretim yok.   Ne diyeceğimi bilemeden, okul çıkışı saçma sapan bahaneler üretip “o kızı” bekleyen tıfıl ergen gibi, elim ayağım buz kesti.  Beni bir daha ASLA görmek istemediğini söyleyen, kapıları yüzüme çarpıp giden bir kadına nasıl bir şey olmamış gibi “merhaba” denir bilemiyorum işte.  İçerde mi, ondan bile emin değilim, aslında içeride olduğunu ve ne yaptığını bilseydim iyi hissederdim eminim.  Tabi, gelişinin sebebini bilseydim daha da iyi hissederdim.  Oysa tek bildiğim, onun kiralık arabasının güneşin altında kavrulduğu; aynı benim yüreğim gibi.

*****

Buraya kadar gelmemin, bu kadar yol tepmemin hiçbir mantıklı açıklaması yok.  En azından bana birisi sorsa, mantıklı bir açıklama yapamayacağımdan adım gibi eminim.  Büyük kararları alırken kalbimin sesini dinlemem gerektiği saçmalıklarına da inanan biri değildim son birkaç aya kadar.  Bugünse bu kadar gürültülü bir sesi bastıramayacağımı kabullenmiş, bağıra çağıra kovduğum bir adamın peşisıra ülkenin bir ucuna gelmiş aşık bir kadınım.  Aşık ama umutsuz ve hatta şu medreseden dışarı bir adım atmaya korkan bir meczup kadar güçsüz.  Buraya gelirken duyduğum kalp çarpıntısı yerini kalp sıkışmalarına bıraktığından, bu serinlik bile beni avutamıyor; kendimi biran önce otele atmak için toparlanıyorum.  Kafamın karışıklığından sersemce yürüdüğümü kimse anlamaz sanırım; hem zaten benden başka kimse yok etrafta, karıncalar haricinde.

*****

Ne kadar usul adımlarla yürüdüğüne inanamıyorum medresenin kapısından, elini duvara sürterek çıkarken; aynı saatlerdir güneşte kalıp sersemlemiş küçük bir kedi yavrusu gibi.  Oysa adımları hep heyecanlıdır onun, sekerek yürür, hatta uzun süre izlesen yürümek yerine dans ettiğine inanırsın.  Öyle ahenkli ve öyle yaşam dolu yürür, su gibi akar hayatın içinde.  Bugün bir garip o yüzden, aylar sonra onu uzaktan izlemek daha da garip.  Kalbimi durduracak gibi bir hüzünle kaplıyor onun elini duvara sürerek gitmesi; kalmak isteyip de ayrılmak zorunda kaldığı her yere, sevdiği her ağaca bunu yapar, biliyorum.  Gitmek istemediği ne kadar yer, ayrılmak istemediği her kim varsa, teninin kokusunu bırakır.

Yüreğim onu böyle görmeyi kaldırmıyor, arabadan onu teskin edebilmek ümidiyle çıkıyorum.  Neredeyse sendeleyerek yürürken, kapanan kapımın sesinden ürküp bana doğru bakıyor.  Uzakta olsa da görüyorum gözlerinin ışıldadığını.  Yüzünün aydınlanmasından cesaret alıyorum.  “Hoşgeldin” diye sesleniyorum tüm gücümle.

Yorum bırakın